2.1. Modernleşme Hareketlerinin Başlangıcı
Türkiye’de modernleşme ya da batılılaşma hareketleri, Osmanlı Devletinin ekonomik ve siyasi olarak dünyada değer kaybettiği, teknolojik olarak Avrupa’dan geri kaldığı yıllarda başlar. Modernleşme düşüncesi, Batı’nın ilerlemesi ve güçlenmesi karşısında, ülkenin geri kalmışlıktan kurtarılması amacıyla başvurulan bir çözüm arayışı olarak ortaya çıkmıştır. Başka bir deyişle, Devlet’in kendisinden ileri gitmiş olan Batı ülkelerinin öncelikle teknolojik alt yapısına sahip olma ihtiyacından kaynaklanmıştır.
Osmanlı Devleti’ndeki değişimin nedeni üzerinde farklı düşünceler de ileriye sürülmektedir. Bazılarına göre Avrupa baskısı yani dış zorlamalar sürecin ana nedenidir. Savaşlarda üstünlüğün yitirilmesine bağlı olarak Avrupa karşısında varolma “beka” derdine düşen yöneticilerin kaygıları süreci belirlemiştir. Yani, değişimin nedeni, toplumun değişiminde değil, devletlerarası güç savaşında aranmaktadır.Bazılarına göre ise ana neden, yönetenlerin düşünce tarzındaki değişimlerdir. Her iki yaklaşımın ortak noktası, bu süreçte toplumun herhangi bir etkisinin olmadığıdır. Bunlara göre, modernleşme, yukardan aşağıya modernist Padişahlar ve sonrasında da “bürokratlar” tarafından yürütülen bir süreçtir (Önen ve Reyhan, 2011:18-19)
Tarihin gidişini algılamaya ilişkin analizler yaparken “modernleşme” olgusuna özel önem veren araştırmacılar, Osmanlı Devleti ve ardından Türkiye’deki gelişmeleri “ bir kez harekete geçtikten sonra geriye döndürülemez şekilde ilerleyecek olan akılcı bir Batı sisteminin etkisinde kalmış insanlarla, ilerlemenin yoluna çıkan gelenekçiler ve gericiler arasındaki bir mücadele olarak görmektedirler” ( Zürcher, 2010: 20).5
Modernleşmeden yana olan yenilikçiler ve karşı olan muhafazakarlar olarak da tanımlanan bu kırılma, Tanzimat döneminden beri toplumda derin etkilerini sürdürmektedir. Tanzimatçı- Osmanlıcı, İttihatçı- İtilafçı, ya da Cumhuriyetçi-Demokrat, hangi biçime girerse girsin, bu ana zihinsel kırılmanın etkileri siyasete ve dolayısıyla yönetim sistemine yansımıştır.
2.2. Türkiye’nin Modernleşme Sürecine Farklı Bakışlar
Osmanlı döneminden itibaren Türkiye modernleşmesini anlamak ve açıklamak için bazı modeller geliştirilmiştir. Modellerin en tanınmışlarından biri olan “merkez-çevre modeli”, içerdiği bu iki kavramın karşıtlığına dayanır. Merkez, bürokrasi, aydınlar ve askerlerin oluşturduğu merkezde toplanan güç sayesinde, tek yönlü tepeden aydınlatmayı dayatırken, çevre taşra bürokrasisinin ve burjuvazisinin oluşumuyla öne çıkmış ve modernleşme boyunca merkez ile çatışma halinde olmuştur ( Kahraman, 2010: 99-102).
Devletin tanrının yeryüzündeki temsilcisi olduğunu, devlete itaati ve devletin her konuda hâkim olması gerektiğini savunan ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan anlayışa dayalı “devlet egemen model”, devletin kutsanması, her şeyin devlet tarafından kontrol edilmesi olgularından hareketle açıklamalarda bulunur. Bu model bir bakıma merkez-çevre modelini tamamlar niteliktedir ve bütün gücün devlete dolayısıyla büyük oranda merkeze ait olduğu varsayımından yola çıkar. ( Kahraman, 2010: 102-114).6
Türkiye’nin modernleşme sürecini, içine birçok olumsuzluk unsuru da ekleyerek, merkezin tek taraflı baskısına bağlayan bu modeller uzun zamandır gündemdedir. Belli yaklaşımları rehber kabul eden kesimlerce neredeyse doğruluğuna karar verilmiş bu düşüncelerisorgulayan araştırmacıların öne sürdüğü bazı görüşler dikkat çekicidir.
Öncelikle belirtmeliyiz ki, Türkiye’nin modernleşme sürecini analiz etmeye çalışan bu modellerin, toplumun kendi dinamiklerinden kaynaklanan değişim ihtiyaçlarını ve isteklerini yok sayma ya da önemsiz gösterme eğilimleri, doğru sonuçlara ulaşılmasını zorlaştırmaktadır. Her toplum gibi, yavaş da olsa kendi “organik” modernleşmesini/ yenileşmesini yaşayan Osmanlı, çeşitli sebeplerle kendinden ileri giden Batı medeniyetinin modernleşme sürecini izlemeye ve uygulamaya başlamıştır. Başka bir deyişle, yeterli olmadığını düşündüğü organik modernleşmesine, dışarıdan bir “ inorganik “ modernleşmenin unsurlarını eklemiştir. Böylece, var olan değişme değiştirilmiş, değişime yeni bir ivme ve yön kazandırılmıştır. Toplumsal katmanlar ister istemez birbirine karışan bu iki tip değişimin etkilerini farklı biçimlerde hissetmiş ve farklı tepkiler vermiştir.
Altı çizilmesi gereken diğer bir konu, toplumsal değişim ve dönüşümün aslında devlete ve devletin gücüne ilişkin bir mesele olduğudur.Başka bir deyişle, devlet- toplum (yöneten- yönetilen) ilişkisi ne ölçüde dinamik olursa olsun, herhangi bir değişim esasen devlet merkezli ve devlet odaklıdır (Toksöz, 2012: 212). Modernleşme süreçlerinin yaşandığı diğer ülkeler için de geçerli olan bu saptamanın “merkez-çevre modeli” ni benimseyen yaklaşımlarca fazla dikkate alınmadığı gözlenmektedir.Uygulanan modernleşme yönteminin önce yenilikçi Padişahlar, sonra Tanzimat dönemi ve ardından gelen bürokratların bulup zorladıkları sadece Türkiye’ye özgü bir sistem olmadığının özenle belirtilmesi gerekir. Türkiye ile benzer modernleşme süreçleri geçiren Rusya ve Japonya gibi ülkelerde de birbirine yakın yöntemlerin uygulandığı ya da uygulanmak zorunda kalındığı unutulmamalıdır.
Diğer bir önemli husus, bazı tarihçilerin, tek bir Osmanlı modernizasyonu projesi olmasının, süreci de tek tipli hale getirdiği yanılgısına düşmeleridir. Oysa bu süreç devlet eliyle ülkenin her yerinde, eş zamanlı olarak ve tekil biçimde uygulanmamıştır. Özellikle gelişmişlik farklılıkları gösteren ve dünyayla farklı küresel etkileşimleri olan, örneğin liman kentlerinde, farklı uygulamalar kendini göstermiştir( Toksöz, 2012: 212-217).Böyle bir kenti içinde barındıran bölge, bir yandan devletin modernleşme çabalarının bir parçasıdır, diğer yandan ise liman şehri üzerinden kurduğu küresel bağlantılarıyla ayrı bir yönetişim ve etkileşim ağı içindedir. Toksöz’e göre “ Osmanlı modernleşmesini böyle bir yönetişim şebekesinin tarafları, yani uluslararası aktörler, Osmanlı merkezi idaresi, bölgesel ve yerel siyasi, sosyal ve ekonomik değişimler çerçevesinde” inceleyebilmeliyiz(Toksöz, 2012: 217).
Gerçekten de, çalışmamızın ana konusu olan modern yerel yönetimlerin ve özellikle Belediyelerin ortaya çıkışında, bölgelerin ve şehirlerin kendi şartlarının dayattığı gelişmelere rastlamaktayız. Modern ve düzenli şehir yönetimlerine duyulan ihtiyaç ilk önce diğer ülkelerle ticari ilişkilerin gelişmiş olan liman kentlerinde ortaya çıkmıştır. Merkezi yönetim ekonominin dayattığı bu gerçeği görerek gereken uygulamaları yapma yönünde çaba harcamıştır.7 Tanzimat bürokratlarının zihinlerinde kurgulayıp yukardan aşağı topluma giydirdikleri bir yerel yönetim arayışının ötesinde, gelişen ve dünyayla ilişkiler kuran toplum kesimlerinin yeni ortaya çıkan ihtiyaçlarının karşılanması söz konusudur.
Belirtilmesi gereken başka bir nokta, Türkiye’nin modernleşme tarihini merkez-çevre modelini esas alarak irdeleyen yaklaşımların, sürekli biçimde merkezdeki yöneticilerin süreçteki belirleyiciliğine vurgu yapmaları, konunun diğer tarafını oluşturan taşradaki tarihsel-toplumsal koşulları fazla dikkate almamalarıdır. Bu yaklaşımlara karşı olanlara göre ise, taşradan merkeze doğru etkili olan, örneğin “temsiliyet” mekanizmaları gibi, içsel dinamiklerin hesaba katılması gerekmektedir. 8 Çatışma ve uzlaşmanın bir arada yürüdüğü merkezi ve çevresel güçler arasındaki ilişki tek yanlı bir güç ilişkisi değildi ve bu süreç merkezin tek yanlı hegemonyası üzerinde şekillenmiyordu (Önen ve Reyhan, 2011: 32-41).
Osmanlı döneminde başlatılan modernleşme hareketlerinin ana dinamiklerinden birisi olan yönetimin merkezileştirilmesinin, merkezi bürokrasinin kendi düşüncelerini tek taraflı olarak taşraya dayatmasıyla gerçekleşen bir süreç olduğuna inanmayan yaklaşımlara göre: merkezileşme, egemenlerin merkezi ve taşra kanatları arasında çatışmaların ve uzlaşmaların birbirinin içine geçtiği süreçler olarak değerlendirilmelidir.
Son olarak, Osmanlı modernleşmesinin açıklaması yapılırken ileri sürülen klasik tezlerin ötesine geçen bazı araştırmacılar, bu süreçte ülkenin ekonomik iç dinamiklerini dehesaba katmanın gerektiğini vurgulamaktadırlar. Farklı biçimlerde gerçekleşse bile, Batılı ekonomilerde görüldüğü gibi, kapitalist uygulamaların ülke pazarının bütünleşmesine olan ihtiyacı, merkezileşme olgusunu doğurmaktadır. Kapitalizme doğru evrilen bir toplumsal yapı ve Avrupa’da yaygınlaşan milliyetçi ve merkeziyetçi uygulamaların etkileri hesaba katılırsa, “kapitalizmin gelişiminin belli bir aşamasının merkeziyetçiliği getirmesi biçimindeki genellemeyi Osmanlı Devleti için de kabul edebiliriz” (Önen ve Reyhan, 2011: 55).
2.3. Türkiye’de Modernleşme Dönemleri
Bilim insanlarının, Osmanlı’da modernleşme sürecinin tam olarak hangi tarihte ya da dönemde başladığı konusundaki farklı düşünceleri olduğu bilinmektedir. Osmanlı Devleti’nde baş gösteren bazı önemli sıkıntıların çözümünün Batıda ve Batılı değerlerde aranmaya başladığı ilk yenileşme döneminin Lale Devri (1718-1730) olduğu ileri sürülebilir.3. Selim’in öncelikle askeri alanda başlattığı Nizam-ı Cedid dönemi, Türkiye’deki modernleşme hareketlerinin ilk ciddi girişimi olarak nitelendirilmektedir. Bu sürecinin asıl başlangıcının ise, 1839 Tanzimat Fermanı olduğu genel kabul görmektedir.
Osmanlı modernleşmesinin aşamaları hakkında İnalcık’ın yaptığı değerlendirmeler aydınlatıcı niteliktedir. Yazara göre, Batı medeniyetine karşı takınılan tutumlardaki ilk değişim, Osmanlı bozgununu belgeleyen 1699 Karlofça anlaşmasından sonra ortaya çıkan “devletin varlığını devam ettirebilme” kaygısından kaynaklanmıştır. Batılı yaşam tarzı ve değer sistemleriyle ilgili unsurlar bu anlaşmadan sonra benimsenmeye başlanmış, batı bu tarihten sonra ulaşılması hedeflenen, taklit edilen örnek bir kültür (prestige-culture) haline gelmiştir (İnalcık, 2005: 267-269)
Dönemsel olarak değişik amaçlar taşıyabilen Osmanlı Devleti’nin batılılaşma sürecinin ilk aşamasında Batı’nın silah ve aletlerinin alınması söz konusudur. Dolayısıyla Batıdan ilk gelen ilimler savunma ve askerlikle ilgilidir. İkinci aşama, 18.yüzyılda, bu alanlarda Avrupalı uzmanların çağrıldığı, askeri okulların açıldığı ve matbaanın ülkeye getirildiği dönemdir. Üçüncü aşama ise, 1839-1876 yıllarını içeren Tanzimat Dönemi’nde Batılı idari ve siyasi kurumların aktarılarak, devletin bu temellere göre yeniden yapılandırıldığı aşamadır. (İnalcık, 2005: 311-312)
Tanzimat Dönemi’nde yapılan reformlar, aslında, Batı Avrupa krallıkları modeline göre merkezi bir bürokratik devlet sistemi kurmayı hedefliyordu. Bu dönemin liberal reformları 1876 yılında ilan edilen ilk Osmanlı Anayasası ile en üst seviyesine ulaşmıştır. Bazı yetersiz yönlerine rağmen “ Avrupa dışındaki ilk anayasalardan biri olan Osmanlı Anayasası, 1923 Türkiye Cumhuriyetine doğru atılmış önemli bir adımdır” (İnalcık, 2005: 312).
Osmanlı modernleşmesini Tanzimat devriyle sınırlamayan ve daha eskiye uzanan bir olgu olduğunu ileri süren Ortaylı’nın, modernleşme veOsmanlı döneminde başlayan modernleşme hareketleriyle ilgili değerlendirmeleri de şu noktalarda toplanabilir (Ortaylı, 2012: 13-37):
• Değişimin bilincine ilk varan Batı toplumudur. Batılılık, değişimi fark eden ve ona müdahale etmeye kalkan bir bilinçtir.
• Modernleşme, Batı olarak adlandırılan ve egemen dünya merkezi durumuna gelen Avrupa modeline göre gerçekleşmiştir.
• Diğer toplumlar gibi Osmanlı toplumu da zamanın akışı içinde sürekli değişim geçirmiştir.
• Osmanlı toplumu 18.yüzyıldan sonra bulunduğu yeri ve zamanın akışını farklı bir bilinçle görmeye, dünya tarihini ve coğrafyasını daha yakından tanımaya başlamıştır.
• Osmanlı modernleşmesi batı toplumu ile ani karşılaşmanın yarattığı bir şok değildi, çünkü Osmanlı Devleti, tarihi boyunca coğrafi, siyasi ve iktisadi yönlerden Avrupa ile beraberlik içindeydi.
• Osmanlı modernleşmesi, sadece değişen dış dünyanın zorlamasıyla meydana gelmemiştir.
• Osmanlı batılılaşması, Batı’ya hayranlık değil, zorunluluk nedeniyle tercih edilmiştir ve bir dış zorlamadan çok, içerde alınan bir kararın sonucudur.
• Osmanlı modernleşmesi sadece Osmanlı Türkiyesi’ni değil, diğer Müslüman toplumları da kapsayan bir olguydu.
• Osmanlı modernleşmesi, bireylerin ve toplumun değişmesinin yanı sıra, toplumsal ve siyasal örgütlenmenin merkezi olan devlet yapısının değişmesini de kapsamıştır.
• Her türlü tartışmaya rağmen, Osmanlı modernleşmesinin asıl gerçekleştirildiği dönem olan Tanzimat hareketi Türkiye tarihinde toplumu ileri götüren ve çığır açan bir rol oynamıştır. Bu devrin modern Türkiye’nin oluşmasında payı büyüktür.
• Osmanlı modernleşmesi otokratik bir modernleşmedir. İç ve dış gelişmelerle devlet bu otokratik çizgisinden, son kırk yılında, anayasal monarşik bir yapıya dönüşmüştür. Cumhuriyete, modernleşmenin ürünleri olan parlamento, siyasal parti kadroları basın gibi siyasal kurumları, aydın ve bürokratları, eğitim, mal ve yönetim sistemlerini miras bırakmıştır. Cumhuriyeti kuranlar bir ortaçağ toplumuyla değil, özellikle son yüzyılını modernleşme sancılarıyla geçiren imparatorluk kalıntısı bir toplumla yola çıkmışlardır. Dolayısıyla, bugünkü Türkiye’nin siyasal, sosyal ve yönetsel kurumlarının olumlu ve olumsuz özelliklerinin doğru biçimde değerlendirilebilmesi, son devir Osmanlı modernleşme tarihinin iyi anlaşılmasıyla mümkün olabilir.
Çeşitli bakış açılarına göre süresi değişen, ancak en azından iki yüz sene önce başladığı kabul edilen bu değişim hareketleri, bugün Avrupa ile birleşme arayışı içinde olan Türkiye’nin yaşamsal konularından biri olmaya devam etmektedir.
Türkiye’nin modernleşmesi, uzun bir tarihsel deneyime sahip olması nedeniyle, modernleşme süreçlerinin incelenmesinde özgün bir yapı olarak önemli yer tutmaktadır. Öte yandan Türkiye, Batılılaşma sürecini zaman içine yayılmış düzenlemeler sonucunda ve kendi seçimi yoluyla gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmekte olan ülkelerden biridir. Bu nedenle kültürel, siyasal ve sosyal dokusunda Batılı ve yerli kaynakları bir arada bulunduran ülkeler arasında iyi bir örnek oluşturmaktadır ( Gellner, 2005: 188-191).
5 Toplumda ve yönetimde süre giden iki farklı anlayışın Tanzimat’la ortaya çıktığı savında gerçeklik payı olmasına rağmen, dönemin şartları dikkate alındığında başka alternatifin olmadığı anlaşılacaktır. Bkz. Çadırcı, 2007: 94.
6 İlk bakışta “yöneten-yönetilen” ilişkileri çerçevesine yerleştirilmiş algısını yaratan, belli bir dönemde ilgiyle karşılanan, ancak son zamanlardaki araştırmacılar tarafından sorgulanmaya başlanan bu yaklaşımlar için, bkz. Mardin, Şerif (1997), Türk Modernleşmesi, İletişim Yayınları, İstanbul., Mardin, Şerif (2012), Türkiye’de Toplum ve Siyaset, İletişim Yayınları, İstanbul., Küçükömer, İdris (1994), Sivil Toplum Yazıları, Bağlam Yayınları, İstanbul.,Küçükömer, İdris (1994), Halk Demokrasi İstiyor mu?, Bağlam Yayınları, İstanbul.,Berkes, Niyazi (2002), Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
7 Ekonominin, bölgesel şartların ve kentlerin konumlarının ortaya çıkardığı ihtiyaçların yanı sıra, dönemin önde gelenlerinin yenilikçi yönetim anlayışlarının da modern yerel yönetimlerin doğuşunda etkili olduğunu unutmamak gerekir. Tanzimat’tan beri devam eden modernleşme sürecinde etkin rol oynayan devlet adamlarına göre modern ve batılı olmanın bir başka anlamı da “şehirli / kentli” olmaktır. Başlangıçtan itibaren, kentleşme ve buna bağlı olarak kent yönetimlerindeki gelişmeler toplumu modernleştirmenin bir aracı olarak da algılanmıştır. Kentleşmeyle doğan ihtiyaçların karşılanması ve sorunların giderilmesi kent yönetimlerinin, yani Belediyelerin benimsenmesine yol açan nedenlerden biri olmuştur
8 İlerde ayrıntılı olarak ele alınacak olan “âyanlık” ve onun yerine 2.Mahmut döneminde kurulan “muhtarlık” kurumu, seçilmiş kaza müdürü uygulaması ve özellikle, 1840 yılında “muhassıllıkMeclisleri” adıyla kurulup daha sonra kaldırılmalarına rağmen başka isimler altında yapıları devam ettirilen taşradaki Meclisler sistemi temsiliyet açısından dikkate alınmalıdır. Bkz. Bölüm 3.2.3.